Adsız tasarım (2)

Anne Karnında Bebek Hareketleri

Her anne bebeğinin hareketlerini hissetmek ve onun içinde oynarken verdiği hazzı duyumsamak ister. Bu nedenle annelerin en çok sorduğu sorulardan biri bebek hareketleri ile ilgilidir.

Ne zaman hareketlenmeye başlar ?

Bebek ilk olarak 8. hafta civarında hareketlenmeye başlar. Bu hareketler omurga hareketidir. Ultrasonda bebek sanki zıplıyormuş gibi görünür. Bu hareketleri annenin hissetmesi neredeyse imkansızdır. Uzuv hareketleri 12. hafta civarında başlar. Ufak ve hafif hareketlerdir. Bazı anne adayları bu durumu hissettiklerini düşünseler de çok mümkün değildir. Annelerin hareketleri hissetmeye başladıkları dönem daha çok 20. hafta zamanıdır. Eğer daha önce gebelik yaşamışlarsa 20. haftada hissedilen hareketler, 16.hafta civarında da hissedilmeye başlanabilir. Bebeğin anne karnında en hareketli dönemleri 24. haftadan sonra başlar. Bu haftadan sonra onun hareketini sürekli hissetmek isteyen anne adayları, bebeğin sağlıklı ve yaşıyor olduğu düşüncesiyle olaya ayrı bir boyut kazandırır. Hareket etmemesi durumunda heyecan ve telaş yaşanabilir. Bebeğin hareketleri 26. haftaya kadar hissedilmediği taktirde doktora mutlaka bildirilmelidir.

Hareket sıklığı

Bebeğin hareketlerinde anne adayını düşündüren başka bir konuda, bu hareketlerin sıklığıdır. Kimileri bu hareketleri çok sık olarak tanımlarken, kimileri de hareketlerin azlığından şikayetçidir. Bebek hareketleri gün boyunca değişkendir ve devamlı hareket etmesi beklenmemelidir. Bebeğin de uyku aralıkları olduğu unutulmamalıdır. 20-24 gebelik haftaları arasında günde en az 1 kere hareketin hissedilmesi önemlidir. Günlük toplam sayının bir önemi yoktur. Bir gün fazla bir gün az hissedilirse panik yapmaya gerek yoktur. Ancak 24. gebelik haftasından sonra günde en az 10 kere hareket etmesi gerekir. Annelerin bu hareketleri sayması istenir.
Eğer 24 saat içinde toplam 10 hareket olmazsa bir doktora başvurmakta fayda vardır. Hamileliğin 28. haftasından sonra bebeğin hareket sayısı, bebeğin durumu hakkında gerçek bilgiyi verebilir. Bebek bir günde 100-150 kez hareket eder. Ancak bu hareketlerin tamamı annenin hissedebileceği büyüklükte değildir. Günde 15-20 defa net hareketi hissetmek, bebeğin sağlıklı olduğunu büyük oranda göstermektedir.

Çok ya da az hareket etmesi problem mi?

Hareket sayısı bebekten bebeğe değişir. Bu nedenle başka hamilelerle veya önceki hamileliklerle karşılaştırmak doğru bir yaklaşım değildir. Bebeğin çok hareket etmesi, ilerde hiperaktif bir çocuğa sahip olunacağı anlamına gelmeyeceği gibi; az hareket eden bebeğin de problemli bir bebek olacağı anlamına gelmez. Ayrıca bu hareketlerin cinsiyetle herhangi bir bağlantısı bulunmamaktadır. Annelerin en sık yaptığı yanlış bu durumlarda
karşılaştırma yapıp gereksiz panik olmaktır. Özellikle çalışan anneler için sürekli hareket halinde olmak ve yorulmak hatta yemek yemeye vakit bulamadığından aç olmak, bebeğin hareketlerinin hissedilmemesine neden olabilir. Bebek karın içinde sallandığından uyku süresini uzun tutmuş olabilir. Üstelik bebeğin karındaki duruşu da hareketlerin hissedilmesini engelleyebilir. Bebek hareketleri genelde en çok sabahları, gece yatınca ve yemeklerden hemen sonra hissedilir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, doğum yaklaştıkça ve bebek büyüdükçe,
yeri daraldığından hareketleri yavaşlar.

Anne karnında duyu gelişimi

Bebeğin duyuları anne karnındayken gelişmeye başlar. Dolayısıyla da bebeğin verdiği tepkiler, işitme, dokunma, tat alma, görme duyuları geliştikçe ortaya çıkar. Bebeklerin anne karnında gelişen duyularından ilki tat almadır ve 12. haftadan itibaren gelişmeye başlar. Koku alma duyusu ise tat alma duyusu ile birlikte gelişir. Bebek duyduğu seslere de zamanla tepki verir. Annenin konuşması ve sesinin yüksekliği onun farklı tepkiler vermesini sağlayacaktır. Yumuşak tonla konuşulması onu sakinleştirecek, sinirli olmak ve sesin yükselmesi onun tekme-
lerine neden olacaktır. 34. haftada işitme duyularını tamamlar. Dokunma duyusu ise son halini 20. haftada tamamlar. Dolayısı ile erken dönemlerde dokunmaya duyarlıdır. Annenin dokunuşlarını hisseder. Görme duyusu ise, en son gelişimini tamamlar. 25. haftada gelişmeye başlar. Işıklı ortamlarda tepki verebilir. Bebek hareketleri-nin bir başka amacı da, doğuma uygun pozisyonu almaktır. Bebeklerin çoğu anne karnında 32-36 haftaları
arasında baş aşağı konumuna döner. Yani son zamanlarda pozisyon almak için uğraşırken bir taraftan da yeri daraldığı için hareketleri can yakıcı olmaya başlayabilir. Bu dönemde yürüyüş, yüzme ve pilates bebeğe yardımcı olabildiği gibi annenin de rahatlamasını sağlar.

Dokunma

Anne rahmi bebeğin dış dünyadan tamamen izole olduğu bir ortam değildir. Rahim içinde sürekli bir aktivite ve uyaranlar mevcuttur. Bu bebeğin tüm gelişimi için olması gereken bir durumdur.
Anne karnındaki yaşamda gelişen ilk duyunun dokunma olduğu düşünülmektedir. Dokunma duyusu insanın dış dünya ile iletişiminin temel unsurudur. Bebekte dokunma hissinin 8. gebelik haftası gibi çok erken bir dönemde başladığı düşünülmektedir. İlk dokunma hissi genelde ağız çevresinde ve yanaklarda ortaya çıkar. Bu haftada bebeğin yanağını oluşturacak olan kısmına tek bir saç teli dokunulduğunda bile bunu hissedebileceği kabul edilmektedir. Onuncu haftada genital bölgede, 11. haftada avuç içlerinde ve 12. haftada ayak tabanlarında dokunma hissi ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler aslında erişkinlerde en fazla duyu reseptörlerinin bulunduğu dokun-maya en hassas noktalardır. 17. haftaya gelindiğinde karnın ve kalçaların tamamı dokunmaya karşı hassastır.

Tat alma

Tat duyusu erken gelişen duyulardan birisidir. Tat almadan sorumlu olan algılayıcılar gebeliğin 13-15. haftasında mevcuttur ve bunların yapısı erişkinlerinki ile hemen hemen aynıdır. Bu nedenle bebeğin bu haftadan itibaren değişik tatları ayırt edebildiği düşünülmektedir.Amniyon sıvısı sürekli yapım ve emilim halinde olan dinamik
bir sıvıdır ve bebek sürekli olarak bu sıvıyı yutmaktadır. Amniyon sıvısı içinde değişik tatlara sahip olan purivik asit, laktik asit, sitrik asit, creatinin, üre, proteinler ve tuzlar vardır. Son dönemlere ulaşıldığında bebeğin 24 saat içinde yuttuğu amniyon sıvısı miktarı neredeyse 1 litreye yaklaş-maktadır. Amniyon sıvısının içeriği tıpkı anne
sütünde olduğu gibi annenin yediği besin maddelerinin tat ve aromalarını da taşır. Yapılan gözleme dayalı in-celemelerde anne adayı tatlı besinler tükettikten sonra bebeğin yutma hareketlerinde artış, acı ve ekşi besinler tükettiğinde bu hareketlerde bir miktar azalma olduğu görülmüştür. Bu durum bebeğin anne karnındayken
değişik tatları ayırt edebildiği tezini kuvvetlendirmektedir.

Koku alma

Tat ve koku aslında birbiri ile bağlı duyulardır. Biri olmadan diğer tam anlamı ile anlaşılamaz. Son dönemlere
kadar anne karnındaki bebeğin koku alma duyusunun işlevsel olabileceği düşünülmüyordu. Çünkü kokunun hava ile taşınan ve nefes alıp verme ile ayırt edilebilen bir duyu olduğu kabul edilmekteydi. Ancak son yapılan araştırmalar bunun doğru olmayabileceğini, bebeğin burnundaki koku almadan sorumlu algılayıcı sistemlerin zannedildiğinden daha karmaşık olduğu fark edildi. Bebeğin burnu gebeliğin 11-15. haftaları arasında oluşumu-nu tamamlar. Bu sırada amniyon sıvısı bebeğin tüm ağız, burun, geniz ve akciğer yapısı içinde dolaşır ve bebeğe değişik tat ve kokuya sahip maddeleri taşır. Bu maddeler direkt olarak tat ve koku almadan sorumlu algılayıcı hücreler ile temas halinde bulunarak onları uyarırlar. Bu nedenle bebekler daha anne karnındayken değişlik
kokuları tanıyıp ayırt edebilirler. Yeni doğan bebeklerin anne sütünün kokusuna karşı zaafları olduğu bilinmek-tedir ve bu durumun açıklaması olarak anne karnındayken sütün içeriğine benzer bir kokuyu hafızalarına aldıklarına inanılmaktadır. Benzer şekilde değişik insan ve hayvan gözlemlerinde de bebeklerin annelerini
kokusundan ayırt edebildikleri saptanmıştır. Bütün bu gözlemler bebeklerin anne karnındayken bazı kokuları hafızalarına yerleştirdikleri tezini desteklemektedir. 

İşitme

Anne karnındaki bebek amniyon sıvısı, rahim duvarı, anne adayının karnı gibi pek çok bariyerin arkasında bulun-masına rağmen rahim içi sessiz bir ortam değildir. Bebek burada pek çok titreşim ses ve harekete maruz kalır.
Aslında rahim içindeki yaşam oldukça gürültülü sayılabilir. Annenin damarlarından geçek kan, barsak ve mide sesleri rahim içindeki bebeğin karşılaştığı temel seslerdir. Bunların dışında anne adayının ve diğer kişilerin sesleri de bebeğe direkt olarak ulaşır. Tüm bu sesler içinde doğal olarak en güçlüsü bebeğin annesinin sesidir. Bebeğin kulağı 8. haftada oluşmaya başlar. Duyma yeteneğinden sorumlu olan kemikler ve ses iletisini beyine taşıyan sinirler büyük ölçüde oluşumunu tamamlar ancak bu gelişim 24. haftada tamamlanır. 25. haftadan itibaren bebek annesinin sesini duyabilmektedir 27. haftada ise annesinin sesi dışında dışarıdan gelen seslere ve hatta babasının sesini bile duyup tepki verebilir. Ancak hem içinde bulunduğu ortam hem de bebeği içinde bulunduğu amniyotik sıvının olumsuz etkilerinden koruyan kremsi tabaka olan verniksin kulaklarını tıkaması nedeni ile ses-leri büyük bir olasılıkla boğuk olarak duymaktadır. Bebeğin seslere verdiği tepkiler de değişkendir. Ani kapı çarp-ması ya da benzeri şiddetli bir ses bebeğin anne karnında aniden sıçramasına neden olabilir. Benzer şekilde 5 saniye süre ile anne karnına uygulanan yüksek frekanslı bir ses bebeğin hem kalp atım hızında hem de genel hareketliliğinde 1 saate kadar varan artmaya neden olur. Öte yandan reaktif duyma adı verilen durum biraz daha farklıdır. Burada işitme kulaktaki kemikler yardımı ile değil ses dalgalarını cilt ve kemikte yarattığı titreşimler yardımı ile gerçekleşir. Anne karnındaki bebeklerin 16. gebelik haftasından yani işitme sisteminin tam
olarak gelişimini tamamlamasından 8 hafta öncesinden itibaren ultrasonda seslere yanıt vermesinin açıklaması bu şekilde yapılmaktadır. Doğumdan sonra bebeğin annesinin sesine olumlu tepki vermesi ve genelde annesinin sesini duyduğunda sakinleşmesi rahim içi yaşamda aşina olduğu ve en iyi bildiği sese verdiği tepkidir.

Görme

Anne karnındaki yaşam sırasında en son gelişen duyu sistemi görmedir. Bebeğin göz kapakları 26. haftaya kadar kapalıdır. Bu süre içinde görmeden sorumlu temel birim olan retina gelişimini tamamlar. Yirmi altıncı hafta civarında bebek gözlerini açmaya başlar ve göz kırpabilir. Doğumdan hemen sonra bebek yaklaşık 30 santimetre
uzaklığa kadar net bir şekilde görebilir. Bu mesafe emzirme sırasında anne ile bebeğin yüzü arasındaki yaklaşık uzaklıktır. Anne karnındaki bir bebeğin görme işlevini test etmek olanaksızdır. Ancak erken doğan bebeklerde yapılan incelemeler 28 -34 haftalar arasında doğan bebekler incelendiğinde bu bebeklerin objeleri
yatay ve düşey düzlemde 31-32. haftadan itibaren takip edebildiklerini göstermektedir. 33-34. haftada ise bu takip yeteneği zamanında doğmuş bir bebeğinki ile aynıdır. Bebeğin gözleri 26. haftaya kadar kapalı olmakla birlikte anne adayının karnı üzerine uygulanan güçlü bir ışık kaynağına kalp atışlarında bir hızlanma ile yanıt verir. Gerçekte rahim içi mutlak karanlık değildir. Tıpkı sesleri geçirdiği gibi ışığı da geçirmektedir. Ancak bu geçir-genlik ses ile kıyaslandığında çok daha azdır. Buna rağmen bebek gündüz ile geceyi rahatlıkla ayırt edebilir. 

Adsız tasarım (33) (1)

HPV Aşısı Rahim Ağzı Kanserinden Koruyor

Rahim ağzı kanseri; kadınlarda meme kanserinden sonra en çok görülen kanser türüdür. Diğer adı serviks kanseri olan bu hastalık her yaşta görülebilir ancak en sık 35-60 yaş arasında karşımıza çıkar. Eskiye oranla sıklığı azalsa da hala daha yılda 500 bin kadın rahim ağzı kanseri hastalığına yakalanıyor. Rahim ağzı kanseri iyice ilerlemeden kişide bir şikayete yol açmayabilir, erken tanı için düzenli smear testi taraması önemlidir.

Rahim ağzı kanserinin oluşmasında risk faktörleri; çok eşlilik, 20 yaşından önce ilişkiye girmek, çok doğum yapmak, sigara kullanımı, A ve C vitamini eksikliği, bağışıklık sisteminin zayıf olması, düşük sosyokültürel ve ekonomik durumdur.

Rahim ağzı kanserine yol açan ana neden; cinsel yolla bulaşan HPV virüsüdür. HPV virüsünün 200’den fazla tipi vardır. Yüksek riskli olan ve en sık görülen tiplerine karşı HPV aşısı aşısı geliştirilmiştir. HPV aşısı, rahim ağzı kanserinin bilinen en etkili önleme yöntemidir.

Dünyada ve Türkiye’de HPV Aşı Uygulamaları

HPV aşısı dünyada birçok gelişmiş ülkede ulusal aşı programına dahil edildi ve ücretsiz olarak uygulanıyor. ABD, İngiltere, Almanya, Avustralya, Kanada, Belçika, Norveç, Finlandiya ve Portekiz gibi ülkelerde okulda yapılan aşılamaları kaçırmaları halinde bile kız çocukları 25 erkek çocukları ise 21 yaşına kadar telafi aşılaması yaptırabiliyor.

Türkiye’de HPV aşısı ulusal aşı takviminde ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ödeme listesinde maalesef yer almıyor. Yıllardır yurtdışında 9 lu aşı mevcut iken Türkiye’de de Ocak 2023’den itibaren 4’lü aşıya ilave olarak 9’lu aşı da yapılmaya başlandı. HPV Aşısının SGK tarafından karşılanmasına ilişkin bugüne kadar sivil toplum kuruluşları, avukatlar ve bireyler tarafından pek çok dava açıldı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 24 Kasım 2022 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde, kadınlar ve kız çocuklarına HPV aşısı yapmak için çalışma başlattıklarını duyurdu. Ancak henüz ödeme kapsamına alınmadı. Ücretli olarak bireyler tarafından kendilerine veya aileler tarafından çocuklarına yaptırılabiliyor.

HPV Nedir?

Human Papilloma Virus olarak bilinen HPV, rahim ağzı kanserine ve genital bölgede siğillere sebep olabilen bir virüstür. Dünya genelinde cinsel yolla bulaşan en yaygın hastalık olarak bilinir. HPV virüsünün 200’den fazla tipi vardır. Bu tipler, insanlarda kansere sebep olma potansiyellerine göre yüksek riskli ve düşük riskli HPV tipleri olarak ikiye ayrılır. Sıklıkla görülen yüksek riskli HPV virüs tipleri:  HPV 16, HPV 18, HPV 31, HPV 33, HPV 45, HPV 52, HPV 58’tir.Sıklıkla görülen düşük riskli HPV virüs tipleri: HPV 6 ve HPV 11’tir. Çoğunlukla genital siğillere yol açarlar.

HPV Nasıl Bulaşır?

HPV enfeksiyonunun en sık bulaşma yolu, virüsü taşıyan biriyle vajinal, anal veya oral yolla yapılan cinsel ilişkidir. Nadiren de olsa, hamam, sauna, umumi tuvaletler gibi ortak alan kullanımlarından da bulaşma olabilir. HPV, enfekte bir kişinin hiçbir belirtisi veya semptomu olmadığında da bulaşabilir.

HPV DNA testi ile tarama yapılabilir.

Bu test, rahim ağzı kanseri tarama testinin bir parçası olarak uygulanır. Bu tarama HPV testi ve Pap Smear testi birlikte yapılırsa kotest olarak bilinir. Tarama sırasında rahim ağzından küçük bir akıntı örneği alınır ve HPV açısından test edilir. Kotest, 35 ila 65 yaş arasındaki kadınlarda beş yılda bir yapılır. Taramanın amacı hastalığın erken evrede tanı almasını sağlamaktadır.

Türkiye’de rahim ağzı kanseri taramaları ücretsiz olarak Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezlerinde (KETEM), Aile Sağlığı Merkezlerinde (ASM), Toplum Sağlığı Merkezlerinde (TSM) ve Sağlıklı Hayat Merkezlerinde (SHM) yapılmaktadır.

HPV’den tamamen korunmak mümkün olmasa da, cinsel ilişki sırasında kondom kullanmak, HPV riskini azaltabilir. Ancak kondomlar genital bölgenin tamamını kapsamadığı için kesin bir koruma sağlamaz. HPV aşıları, genital siğil ve rahim ağzı kanserine en sık yol açan HPV tiplerine karşı koruma sağlar .

HPV Aşısı Nedir?

Halk arasında rahim ağzı kanseri aşısı olarak bilinen bu aşı, bireyleri virüsün sebep olduğu belirtiler olan lezyon ve enfeksiyonlardan korur. Virüs nedeniyle gelişen lezyonlar, ilerleyen dönemlerde ciddi risk taşıyan kanserlere dönüşebilir. Bu nedenle HPV aşısı yaptırmak çok önemlidir. HPV aşısı, FDA’dan (ABD Gıda ve İlaç Dairesi) onay almıştır. Klinik araştırmalara göre, aşıya ait ciddi bir yan etki yoktur.

HPV Aşısı Ne zaman Yapılır?

HPV aşılarının 9 yaşından itibaren tüm kız çocuklarına hatta erkek çocuklara yapılması öneriliyor. Aşının, HPV’ye maruz kalmadan önce yani cinsel olarak aktif olmadan önce yapılması koruyuculuk oranını artırıyor. HPV aşısının bir yaş sınırı bulunmuyor ancak 45 yaşına kadar aşının uygulanması bireylerin sağlığı için önemli. HPV aşısının kız çocuklar kadar erkek çocuklara da uygulanmasının istenmesinin sebebi; erkekleri aşılamanın erkeklerden kadınlara HPV bulaşma riskini de azaltacağını öngörülmesi olarak gösteriliyor.

CDC’nin (Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezleri) önerilerine göre, 9-15 yaş grubundaki kız ve erkek çocuklar iki doz HPV aşısı ile aşılanmalı. İlk doz ile ikinci doz arasında en az 6 ay bulunmalıdır. 15-26 yaş aralığında aşının koruyuculuk sağlayabilmesi için üç doz aşı uygulanmalıdır. FDA, aşının 9-45 yaş aralığında uygulanabileceğini fakat 27-45 yaş aralığındaki kişilerin aşı olmadan önce jinekolojik doktor tavsiyesi almalarının daha uygun olacağını belirtiyor.

HPV aşısı, 4 lü ve 9’lu tipleri vardır. 4 lü aşı içinde rahim ağzı kanseri açısından en yüksek riskli HPV tip 16 ve 18 tipi ve en sık genital siğile yol açan tip 6 v 11 mevcuttur. + lü aşı %70 koruyuculuğa sahiptir. 9 lu aşı ise tip 6 ile 11 yanında tip 16,18,31,33,45,52 ve 58 numaralı yüksek riskli HPV ler vardır. 9lu aşının koruyuculuğu %90’lara ulaşır.

Bu aşılar  virüsün oluşturabileceği serviks, vulva ,vagina prekanseröz oluşumlarını ve genital siğillerini engellemektedir. Bireyler HPV’nin bir tipi ile enfekte olsalar bile diğer HPV tiplerine karşı aşı olarak korunabilirler. Ancak hiçbir aşı, önceden var olan HPV enfeksiyonuna karşı fayda sağlamaz. HPV aşısı olan kadınlar Pap Smear Testi yaptırmaya mutlaka devam etmeli çünkü HPV aşısı tüm HPV tiplerine karşı koruma sağlamadığı bilinmektedir.

Gebelik-Zehirlenmesi

Preeklampsi (Gebelik Zehirlenmesi) ile Nasıl Başa Çıkılır?

Preeklampsi, hamilelik sırasında dikkat edilmesi gereken, halk dilinde gebelik zehirlenmesi olarak bilenen ender görülen fakat annenin ve bebeğin hayatını tehdit eden ciddi bir rahatsızlıktır. Genel olarak gebeliğin 20. haftasından sonra meydana gelen gebelik zehirlenmesi, bazı durumlarda daha önce veya doğumdan sonra da ortaya çıkabilir.

Şikayetler hafiften şiddetliye eğilim gösterebilir

Preeklampsi çoğunlukla hamileliğin 20. haftasından sonra ikinci üç ay ya da üçüncü üç ayda ortaya çıkan kan basıncı bozukluğudur. Doğum sonrası da ortaya çıkabilir ve Postpartum eklampsi olarak adlandırılır. Preeklampside yüksek tansiyon birden ortaya çıkabildiği gibi  kan basıncınızda yavaş ve sürekli bir artış da olabilir. Ayrıca belirtiler hafiften şiddetliye değişim gösterebilir. Kesin olarak nedeni bilinmemekle beraber riski artıran faktörler;

  • Genetik faktörler
  • Kan damarı problemleri
  • Otoimmün bozukluklardır.

Preeklampsi sadece hamilelikte değil doğumdan sonra da görülebilir

Doğum sonrası preeklampsi, bebeğinizin doğumundan sonra görülür ve gebelikte hiçbir preeklampsi belirtisi göstermemiş olsanız bile gerçekleşebilir. Doğum sonrası preeklampsi  belirtileri doğumdan en erken 48 saat, en geç 6 hafta sonra görülebilir. Bu belirtiler, genellikle preeklampsiyle aynıdır, ancak doğum, preeklampsinin iyileşmesini sağlar. Doğum sonrası preeklampsi tedavisinde; nöbetleri engellemek ve tansiyonu düşürmek için ilaç tedavileri kullanılır.

Risk faktörlerine dikkat!

Henüz bir tek preeklampsi nedeni belirlenememiş olmasına rağmen bilinen bazı risk faktörleri aşağıdaki gibidir:

  • İlk hamileliğinizse,
  • İki gebelik arasında 2 yıldan az ya da 10 yıldan fazla zaman varsa,
  • Bir önceki gebeliğinizde preeklampsi rahatsızlığı yaşadıysanız,
  • Ailenizde preeklampsi geçmişi varsa,
  • Yüksek tansiyon ya da böbrek hastalığı geçmişiniz varsa,
  • 40 yaşın üzerindeyseniz,
  • İkiz, üçüz ya da daha fazla bebek taşıyorsanız,
  • Diyabet, kan pıhtılaşma bozukluğu, romatizma ya da migren hastalığınız varsa
  • Obezite varsa
  • Bebeğiniz tüp bebekse.

Eğer risk faktörlerinden birini taşıyorsanız mutlaka doktorunuza bildirin.

c-section-scar-2021-722x406

İstmosel (Sezaryen Skar Yeri Defekti)

İstmosel ; sezaryen geçiren hastalarda sezaryen yapılan bölgenin yetersiz iyileşmesi sonucu oluşan rahim içi ile bağlantısı olan bir cepçiktir. Mens kanaması sırasında burada biriken kan dolayısıyla ultrasonda çoğunlukla üçgen şeklinde bir defekt alanı gözükür.  Biriken kanın tam atılamaması nedeniyle adet sonrası leke şeklinde kanamalar olması şeklinde belirti verir.  Bazen hastanın gebe kalmasına engel olabilir. Rahim içinden tam atılamayan adet kanı yeni oluşacak gebeliğin tutunmasını zorlaştırabilir. Bu bölgeye tutunan gebeliklerde ise kanama ve rahimde yırtılma gibi ciddi riskler olabilir.

Görülme sıklığı tam olarak bilinmemekle beraber sezaryen sayısı arttıkça görülme sıklığı da artar. 

Sezaryen Skar Defekti (İstmosel) belirtiler nelerdir?

İstmosel; sezaryen hastalarının % 19-88’inde semptomlara neden olur.

  • Mens sonrası devam eden koyu renkli kanamalar
  • Kötü kokulu akıntı
  • Dismenore ( adetlerde sancı)
  • Disparoni (cinsel ilişki sırasında ağrı)
  • Pelvik ağrı
  • İnfertilite( kısırlık) veya tüp bebek başarısızlığı

Kimler sezaryen skar defekti (istmosel) olma riski altındadır?

Sezaryen olan herkes sezaryen skar kusuru geliştirebilir.

Aşağıdaki durumlarda daha yüksek risk altındasınız:

  • Hamileliğinizden önce ve hamilelik sırasında obeziteniz varsa
  • Yara iyileşmesini önleyen tıbbi bir duruma sahip olmak
  • Normal doğum süreci ilerlerken, acil sezaryan doğuma dönen olgularda
  • Hamileyken şeker hastalığınız varsa 
  • Birden fazla sezaryen olanlarda
  • Sigara içmek veya tütün ürünleri kullanmak.

İstmosel nasıl teşhis edilir?

Görüntüleme yöntemleri, isthmoselleri teşhis etmenin en etkili yoludur. Görüntüleme yapmak için en iyi zaman, nişin muhtemelen kanla dolu olduğu adet döngünüzden hemen sonrasıdır.

  • Transvajinal ultrason
  • Salin infüzyonu sonohisterografi
  • Histerosalpingografi (HSG)
  • Histeroskopi
  • Manyetik rezonans (MR)

İstmoselin komplikasyonları nelerdir?

  • Gebelik kaybı- düşük
  • Jinekolojik prosedürler sırasında artan komplikasyon riski
  • Plasenta akreata (plasenta rahminizin duvarına çok derinden yapışır)
  • Plasenta previa (plasenta rahim ağzınızı kaplar)
  • Skar yeri gebeliği (embriyonun uterin skar içine yerleştiği ektopik gebelik )
  • Sekonder Kısırlık (önceki başarılı bir hamilelikten sonra kısırlık)
  • Rahim açılması (Rahimde yırtılma)

Sezaryen Skar Defekti (İstmosel) Tedavisi

Semptomu olmayan ve çocuk istemeyen hastalarda tedavi edilmesine gerek yoktur.  Ancak hasta aşırı lekelenmeden sık enfeksiyondan şikayetçi ise doğum kontrol hapları veya hormonlu spiral kullanılarak adet miktarı azaltılabilir ve nişte kan birikmesi engellenebilir.  Medikal tedavilerle hastanın semptomları geçmezse veya çocuk düşüncesi veya tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı varsa cerrahi tedaviler gerekebilir. 

Histeroskopik rezeksiyon: Herhangi bir kesi yapılmadan vajenden içerisinde bir optik bulunduran  endoskopik bir aletle girilerek, rahim içi görüntülenir. İstmosel kesesi bu alet yardımıyla düzeltilir. Ameliyat süresi maksimum 20-30 dakika arasıdır. Ameliyat sonrası hasta aynı gün evine gidebilir.

Laparoskopik onarım: Nişin etrafındaki yara dokusunu ve fazla dokuyu çıkarılır. Doku tekrar dikilerek kas tabakası karşılıklı getirilmeye çalışılır. Laparoskopik onarım, sezaryen skar kusurları için minimal invaziv bir cerrahidir. 

Laparatomik onarım: Laparoskopinin yapılamadığı durumlarda ve çok geniş defektlerde kullanılır. Günümüzde daha nadir gerekmektedir.

Ameliyatı gerçekleştirecek hekim bu faktörleri değerlendirip hasta için en iyi olacak cerrahi tekniği seçmelidir.